Çocuğunuza Neden Moxo Testi Yaptırmalısınız ?

Moxo Dikkat Performans Testi Nedir?

Çocuğunuza Neden Moxo Testi Yaptırmalısınız ? Günümüzde odaklanma sorunları ve dikkat dağınıklığı hem çocuklarda hem de yetişkinlerde giderek yaygınlaşmaya başlayan bir sorun haline gelmiştir. Moxo dikkat testi, dikkat, zamanlama, dürtüsellik ve hiperaktivite performansını ölçen uzmanlar tarafından uygulanan, görüş, duygu ve yorum içermeyen online bir testtir. Moxo dikkat testinin popülaritesindeki artışın sebebi Moxo’da kullanılan çeldiricilerdir. Bireyin günlük hayatta yapması beklenildiği gibi, testte bulunan görsel ve işitsel çeldiricileri görmezden gelip testi tamamlaması gerekmektedir. Çeldiriciler testi zorlayıcı ve testin belirleyici niteliklerini de bir o kadar ileri düzeye taşımaktadır. Moxo dikkat testi, dünyada çeldiricili ve objektif tek dikkat testi olma özelliği taşımaktadır. DEHB tanısının koyulmasına yardımcı olması sebebiyle sık tercih edilen bir testtir. Moxo testi, dünyada 50’den fazla ülkede 450.000’nin üzerinde uygulanmış olup Türkiye’de son 6 yılda 150.00’in üzerinde uygulanmıştır. Moxo testi toplamda 420 tepki ve 420 tepkisizlik eylemini ölçülmektedir. Sizde çocuğunuzun dikkat başarısını ölçmek ve akademik başarısını yükseltmek adına ders çalışma ortamının dikkat özelliklerine göre yeniden düzenlemek testi uygulatmak ve bu konuda destek almak isterseniz uzmanlarımız bu konuda size destek olacaktır.

Moxo Dikkat Testi Nasıl Uygulanır?

Moxo dikkat testi, online bir testtir. Moxo testi çocuk testi ve yetişkin testi olarak ikiye ayrılır. Test 6-12 yaş aralığındaki çocuklarda ve 13-65 yaş arası yetişkinlerde kullanılmak üzere geliştirilmiş bir testtir. Çocuk testlerinde çocuklara uygun kolay anlaşılır oyun gibi düşünebilecekleri çeşitli sesli ve görsel çeldiricilerin olduğu yaklaşık 15 dakika süren test kullanılır. Çevresel koşulların değişimiyle çocuğun performansını nasıl seyrettiği, testi uygularken performansın ne şekilde değiştiği gibi konular incelenir. Genç ve yetişkinlere uygulanan testlerde de benzer şekilde farklı ülkelerden 900 bireyin oluşturduğu norm tabanı kullanılır ve bunlar sürekli olarak güncellenir. Yine çocuk testine benzer şekilde test boyunca sesli ve görsel çeldiricilere bağlı olarak bireyin performansında oluşan değişimler ölçülür. Çocuk ve yetişkin testlerinde farklı sesli ve görsel çeldiriciler bulunur. Bu test uygulanırken bireyin tek ihtiyacı olan şey klavyedir başka herhangi bir donanıma ihtiyaç duyulmadan uygulanır.

DEHB Belirtileri Nelerdir ?

DEHB belirtileri üç ana başlıkta toplanır;

Dikkat Eksikliği, Hiperaktivite, Dürtüsellik

Dikkat eksikliği belirtileri;

  1. Detaylara dikkat edememe, •dikkatsizce hatalar yapma,
  2. Dikkatin kolay dağılması,
  3. Unutkanlık,
  4. Odaklanamama,
  5. Görevleri ve oyunları sürdürmede güçlük,
  6. Dinlemiyor gibi görünme,
  7. Eşyaları sıkça kaybetme
  8. Organize olamama
  9. Çabuk sıkılma
  10. Uzun süre mental çaba gerektiren işlerden kaçma,
  11. Dış uyaranlar ile kolayca dikkatin dağılması

Hiperaktivite belirtileri;

  • El ve ayakları sürekli kıpır kıpır veya oturduğu yerde kıpır kıpır olması,
  • Sınıfta veya oturması gereken yerlerde oturamaması,
  • Sessizce oyun oynayamama,
  • Sürekli hareket halinde olma,
  • Fazla hareketlilik,
  • Hızlı konuşmak,
  • Kelimeleri hatalı söylemek ve cümleleri birbirine bağlayamamak

Dürtüsellik belirtileri;

  1. Soruları tamamlamadan cevap verme,
  2. Sıra beklemekte zorlanma,
  3. Başkalarının sözünü kesme veya oyunlarını bölme
  4. Aceleci olmak,
  5. Sabırsız olmak,
  6. Tepkileri kontrol edememek,
  7. İstedikleri şeyin hemen olması için ısrarcı davranmak, dayatmak,

Sizde, kendinizde veya çocuğunuzda DEHB olabileciğini düşünüyorsanız Libratum Danışmanlık’ta MOXO Dikkat Testi uygulatıp aklınızdaki sorulardan kurtulabilirsiniz. Bloglarımızdan bir diğeri olan Karşıyaka Pedagog yazımıza bakarak çocuğunuzun psikolojisine fayda sağlayacak bir çok bilgiye ulaşabilirsiniz.

Psikolojik Dayanıklılık ve Psikolojik Esneklik

Psikolojik Dayanıklılık ve Psikolojik Esneklik, Günümüz dünyası bireyleri birçok stres faktörü ve zorlayıcı, sert yaşam olaylarıyla karşı karşıya bırakır. İş ve özel hayatların hızla değişen, belirsizliklerle dolu, yüksek beklentili, stresli, baskılı, kaygılarla dolu ve beklenmedik olaylara gebe yapıları kişileri tüm bunlar karşısında ayakta kalabilmek, direnç gösterebilmek ve yaşanan zorlukları farklı bir perspektiften değerlendirerek fırsatlar yaratması açısından giderek daha önem kazanır hale geliyor. Psikolojik Dayanıklılık ve Psikolojik Esneklik kavramları da tam olarak burada karşımıza çıkıyor.

Psikolojik Dayanıklılık Nedir?

Psikolojik dayanıklılık kişinin zor deneyimlerle ve öngörülemez olaylar baş edebilme, uyum sağlayabilme, sarsılmadan devam edebilme gücünü ifade eden bir tanımdır. Kısaca psikolojik dayanıklılık “Kalkıp yola devam edebilme” becerisidir. Dayanıklılığı yüksek olan bireyler sıkıntılı süreçlerden sonra daha hızlı toparlanırlar ve kötü deneyimlerini bir gelişim aracı olarak kullanabilirler. Psikolojik sağlamlık kişinin öz güven, öz gelişim ve sosyal desteklere erişim gibi faktörlerle de yakından ilişkilidir. Kişinin psikolojik sağlamlık seviyesi ruh sağlığını koruma ve geliştirmede çok kritik bir rol oynar. Psikolojik dayanıklılık kavramı kişiden kişiye farklı anlamlar çıkarılabilen bir kavramdır. Kişilerin dayanıklılık becerileri karşılaştıkları zorluklar, nasıl bir çevrede yetiştikleri, yaşam deneyimleriyle şekillenebilir ve farklı yorumlanabilir.

Dayanıklılığı arttıran etkenler arasında;

  • Aile desteği
  • Güçlü arkadaşlık ilişkileri
  • Sorun çözme becerileri
  • Öz yeterlik inancı
  • Öz güven
  • Bağımsız hareket edebilme yeteneği
  • Bir amaç ve hedefler grubuna sahip olmak
  • Olumsuz olaylar karşısında umutlu kalabilmek

Gibi faktörler bulunmaktadır. Bu faktörler bireyin zorlu durumlar karşısında daha kararlı, dirençli ve pozitif bir duruş sergilemesini destekler ve kişinin psikolojik iyi oluşuna katkıda bulunur.

Psikolojik Esneklik Nedir?

Psikolojik esneklik bireyin değişen durumlara, yeni bilgilere, zorlu ve stresli durumlara ve hayatındaki belirsizliklere bilişsel ve davranışsal olarak uyum sağlama kapasitesi olarak tanımlanabilir. Esneklik bireyin içerisinde bulunduğu durumu kabullenebilmesi, kendi duygu ve düşüncelerini gözlemleyebilmesi, gerektiğinde ise bunları değiştirip dönüştürebilmesidir. Psikolojik esnekliği yüksek bireyler kontrol edemedikleri durumlar karşısında aşırı ve sert tepkiler vermek yerine mevcut durumu kabullenerek çözüm yolları ararlar. Psikolojik esnekliğe sahip kişilerin, değişen durumları tanımak ve uyum sağlamak, kişisel veya sosyal ilişkiyi tehlikeye atan stratejileri zihinsel ve davranışsal olarak düzenleyebilmek, önemli yaşam olayları arasındaki dengeyi korumak ve bu alanlar ve derinden benimsenen değerlerle uyumlu, bilinçli, açık ve dengeli davranışlar sergiledikleri görülür.

Psikolojik esneklik altı temel Kabul ve Adanmışlık Teorisi süreci ile sağlanır;

  • Kabul
  • Bilişsel ayrışma
  • An’da olmak
  • Bağlamsal öz
  • Değerler
  • Değerler doğrultusunda olan davranışlar
ACT (Kabul ve Kararlılık Terapisi) Nedir?

Kabul ve Kararlılık Terapisi (Acceptance and Commitment Therapy) psikolojik sorunların tedavisinde kullanılan üçüncü nesil bilişsel davranışçı terapilerden biridir. ACT, bireyin zorlayıcı duygu ve düşünceleriyle mücadele etmesi yerine, onları olduğu gibi kabul ederek kişisel değerleri doğrultusunda bir yaşam sürdürmesine yardımcı olur. Bu yaklaşımın temel amacı, kişiye psikolojik esneklik kazandırmaktır. Böylece, kişi rahatsız edici duygu ve düşünceler karşısında kendini kısıtlanmış hissetmek yerine, onları kabul ederek yaşamına anlam katabilecek bir yol izleyebilir.

Yaygın Anksiyete Bozukluğu

Yaygın Anksiyete Bozukluğu Zaman zaman hepimiz gelecekte olabilecek olaylara karşı endişe duyabiliriz. Aslında bu endişe sağlıklı olandır. Bir miktar kaygı ve endişe durumu bizi muhtemel tehlikelere karşı önlem almaya ve plan program yapmaya teşvik eder. Aslında kaygı, bir ölçüde bizim günlük sorunlarla baş edebilmemiz için hazırlıklı olmamızı, bir tehlike durumunda da hızlı karar verip kurtulmamızı sağlar. Normalde bu tür kaygı hafiftir ve baş edilebilir düzeydedir.  Yaygın anksiyete bozukluğunda ise; kişinin sağlık, iş, aile ve finansal durum gibi birçok farklı alanda sürekli ve gündelik hayatı sekteye uğratacak şekilde endişelendiği ve kaygı duyduğu psikiyatrik bir hastalıktır. Yaygın anksiyete bozukluğu olan kişiler, birçok durum ile ilgili aşırı, kontrol etmesi zor ve uzun süreli endişe duyarlar. Yaygın anksiyete bozukluğu olan kişiler, sürekli diken üstünde gibi gergin olurlar. Yanı sıra kaslarda gerilme, kontrol edilemeyen bir huzursuzluk ve tedirginlik yaşarlar. Bu kaygılar hemen hemen her gün kendini gösterir. Yaygın anksiyete bozukluğunda rol oynayan bir diğer etmende belirsizliğe tahammülsüzlüktür. Yaygın kaygı bozukluğu adım adım ilerlemekte ve genellikle kronik bir sorun haline gelmektedir. (Bjornsson ve ark.,2014).

YAYGIN ANKSİYETE (KAYGI) BOZUKLUĞU BELİRTİLERİ NELERDİR?

Altı aylık bir dönemde çoğu gün belirli olay ve aktivitelerle ilgili endişeli ve korkulu  geçmiştir.

Kişi, olaylarla ilgili kuruntularını kontrol etmekte zorlanır ve huzursuzluk, çabuk yorulma odaklanmada zorluk, çabuk öfkelenme, kaslarda gerginlik gibi belirtiler gösterir.

Bu psikolojik rahatsızlıkla ilgili korkular, yoğun strese ve günlük işlevsellikte bozulmalara yol açar.

Bu belirtiler başka bir psikolojik rahatsızlık ile daha iyi açıklanamaz.

(Bu belirtiler yaygın kaygı bozukluğu için DSM-5 tanı kriterlerinden alınmıştır.)

Belirsizliğe karşı düşük tahammül olması veya belirsizlik ile baş etmede güçlük yaşanması.

Kararsızlık ve yanlış karar verme korkusu.

Konsantrasyon güçlüğü bir türlü odaklanamama hissi.

Uykuya dalmakta ve uyumakta güçlük yaşama.

Olası en kötü senaryoların tamamı için planlar ve çözümler düşünmekte belirtiler arasında yer alır.

Bir de fiziksel olarak hissettiğimiz belirtilerimiz vardır bunlar;

Bitkinlik, gerginlik/huzursuzluk, terleme, kas ağrıları, titreme, baş ağrıları, nefes alıp vermekte güçlük, mide bulantısı ve sindirim sorunları fiziksel olarak hissettiğimiz belirtiler arasında yer almaktadır. Peki anksiyete bozukluğu tedavi edilmezse ne olur? Zaman zaman oluşan kaygı normal olarak kabul edilse de yaygın anksiyete bozukluğu tedavi edilmezse semptomlarınız günlük hayatı etkileyecek noktaya gelebilir ve stres seviyenizi artırabilir. Bu durumda, günlük hayatınızda gerçekleştirmek istediğiniz eylemleri daha zor hale getirebilir. Belirsizliğe tahammülün azalması ve uyum sağlama güçlüğü yaşayabilirsiniz. Örneğin, iş yerinizdeki bir kriz sizi ‘kovulacak mıyım?’ endişesine düşmenize sebep olabilir.  Gelişimin kısıtlanması, kaygı seviyesi yüksek olan biri, en kötü senaryoyu düşünme sebebiyle harekete geçmekte güçlük yaşayabilir. Stres hormonlarımızın sürekli olarak salgılanmasına sebep olarak kalp ve damar rahatsızlıkları ve stres kaynaklı ülser gibi fiziksel sorunlara da yol açabilir.

YAYGIN ANKSİYETE BOZUKLUĞU NASIL YENİLİR?

Yaygın Anksiyete Bozukluğu seviyesine göre bireysel olarak yapacağınız şeyler olabilir. Fakat günlük yaşantınız sekteye uğramaya başladıysa profesyonel bir desteğe başvurmanızda fayda var. İlk yapılması gereken bir psikiyatri uzmanına başvurmaktır. İlk başvuruda kapsamlı bir psikiyatrik değerlendirmenin yanı sıra, bu belirtilerin herhangi bir fiziksel hastalıktan kaynaklanıp kaynaklanmadığını anlamak için bazı incelemeler yapılacaktır. Psikoterapi veya ilaç tedavileri uygulanabilir. Bu yöntemlerden biri veya ikisinin birlikte yürütülmesine doktorunuz ile karar vermelisiniz. Herkesin tedavisi ve süreci kendisine özeldir. Psikoterapi sürecinde bilişsel davranışçı terapi yaygın kaygı sorunu olan kişilerde düşünce ve davranış kalıplarını değiştirmeyi hedefler. Kabul ve kararlılık terapisi yaygın kaygı ile çalışırken bilinçli farkındalık (mindfulness) ve hedef koyma teknikleri geliştirilir. Bu sayede kişinin olumsuz duyguları ile daha iyi baş etmesini sağlayarak huzursuzluk ve kaygı seviyesinin düşürülmesi hedeflenir. Bireysel olarak yabilecekleriniz, dengeli beslenmek, sizi zorlamayacak ölçüde egzersizleri hayatına dahil edebilirsiniz. Alkol, kafein, uyuşturucu kaygı ile baş etmede sağlık bir yoldur. Uzun vadede bu maddeler size daha çok zarar verir. Zaman yönetimini yapıp organize olmak adına her şeyi olmasa da günlük hayatınızda aciliyeti olan konuları planlayabilirsiniz. Yoga ve meditasyon yapmak hem anda kalmanızı hem de nefes kontrolü yaparak sakinleşmenizi sağlayacaktır. Düşüncelerin sizi esir aldığını düşünüyorsanız yani düşünmekten uyuyamadığınız zamanlarda aklınızdan geçenleri bir deftere yazabilirsiniz. Bu sayede daha sakin bir şekilde uykuya geçebilirsiniz. Kaygı seviyeniz iş hayatınızı, okulunuzu, ilişkileriniz etkileyecek boyuttaysa mutlaka profesyonel bir destek almalısınız.

Narsistik Kişilik Bozukluğu 

Narsistik Kişilik Bozukluğu, modern kültürde sıkça karşılaştığımız bir kavram ve kökeni Yunan mitolojisine dayanıyor. Narcissus Yunan Mitolojisinde geçen bir hikayede gölde kendi yansımasını gördüğünde ona aşık olan ve bu aşk yüzünden hayatını kaybeden bir karakterdir. Narsisizm, Narsisistik Kişilik Bozukluğu (NKB) ile kendini gösteren bir kişilik bozukluğu olarak karşımıza çıkar. Bu bozukluk, kişinin kendine aşırı hayranlık duyması, başkalarından sürekli onay beklemesi, empati eksikliği ve başkalarını küçümsemesi gibi özelliklerle tanımlanır.

NKB’si olan kişiler şunları sergiler:

  • Sürekli olarak beğenilmek isterler.
  • Kendi çıkarları doğrultusunda başkalarını kullanmaktan çekinmezler.
  • Empati yapamazlar; başkalarının duygu, düşünce ve ihtiyaçlarını anlamayı reddederler.
  • Sıklıkla başkalarını kıskanır ve başkaları tarafından kıskanıldıklarına inanırlar.
  • İnsanlara karşı saygısız ve kendini beğenmiş davranışlar sergilerler.
  • Her şeyi hak ettiklerini düşünür, bazen gerçeklikten kopuk beklentiler içinde olurlar.
  • Kendilerini başkalarından orantısız derecede üstün görürler.
  • Özel ve eşsiz biri olduklarına inanır, ancak kendileri gibi özel insanlar tarafından anlaşılabileceklerine inanırlar.

Bu davranışlar, inanışlari davranışlar ve tutumlar narsist bir bireyin sosyal ve profesyonel hayatında ciddi sorunlar yaratır. NKB’li bireyler genellikle sağlıklı ilişkiler kurmakta zorlanır, sürekli bir tatminsizlik hali yaşarlar. Başarılarını ve yeteneklerini sürekli abartarak kendilerini daha üstün göstermeye, onay almaya ve tebrik edilmeye çalışırlar. Sevgi ve empati eksikliği, onların arkadaşlıklarını sürdürebilmesinin önündeki en büyük engeldir. Kurdukları ilişkiler genellikle yüzeysel ve sığdır, derin bağlar kurmakta zorlanırlar.

Cinsel yaşamları da bu durumdan etkilenir. Performans kaygısı ve mükemmeliyetçilik arzusu, cinsel ilişkilerde tatminsizlik yaratabilir. Narsistler genellikle partnerlerinin ihtiyaçlarını ikinci plana atar, sadece kendi isteklerine odaklanırlar. Bu da ilişkilerde ciddi sorunlara ve uzaklaşmalara yol açabilir.

Eleştirilere karşı ise aşırı hassastırlar. En ufak bir geri bildirimde bile kırılganlık sergileyebilir, hatta öfke patlamaları yaşayabilirler. Eleştiriyi kişisel bir saldırı olarak algılarlar ve bu da onların çevrelerinden gelen geri bildirimleri dikkate almamalarına yol açar. Bu nedenle hem iş hayatlarında hem de sosyal çevrelerinde yalnızlaşmaya meyillidirler.

Yardım almadıkları sürece, NKB’li bireylerin hayatları boyunca tatminsizlik ve ilişkilerinde sürekli sorunlarla karşılaşmaları muhtemeldir. Ancak psikoterapi ile bu bozukluk kontrol altına alınabilir. Bilişsel davranışçı terapi, Psikodinamik Psikoterapi gibi yaklaşımlar, narsist bireylerin daha sağlıklı ilişkiler kurmalarına ve kendilerini objektif bir şekilde değerlendirmelerine yardımcı olabilir.

 

Dikkat Eksikliği Ve Hiperaktivite Bozukluğu

DEHB

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB), bireylerin dikkatlerini sürdürmede, dürtü kontrolünde ve hareketliliklerini yönetmede zorluk yaşadıkları bir nörogelişimsel bozukluktur. Nedeni tam olarak bilinmemekle beraeber genetik yatkınlığa müsait bir rahatsızlık olan DEHB yaşayan bireylerin genellike dopamin seviyelerinin düşük ve sosyal muhakemeden sorumlu beyin bölgesinin daha az çalıştığı gözlemlenmiştir. Hem çocukları hem de yetişkinleri etkileyebilen bu bozukluk, sosyal, akademik ve iş yaşamında çeşitli zorluklara yol açabilir. DEHB, her yaştan bireylerin yaşam kalitesini ciddi şekilde etkilemektedir. Çocukluk dönemlerinde daha çok okul başarısına etki ederken yetişkinlerde iş hayatında ve sosyal hayatlarında büyük etkisi bulunmaktadır.

 

DEHB, genellikle üç temel alanda belirtiler gösterir: dikkat eksikliği, hiperaktivite ve dürtüsellik. Örneğin, dikkat eksikliği olan bireyler bir görevi tamamlamakta zorlanırken, hiperaktif bireyler sürekli bir hareket ihtiyacı duyabilir ve dürtüsel bireyler ise düşünmeden ani kararlar alabilir.

 

Mental Bozuklukların Teşhis ve İstatistik El Kitabı (DSM-5)’e göre DEHB üç türe ayrılır

 

1- Dikkatsiz DEHB: Daha fazla odaklanma zorlukları ve detaylara dikkat edememe gibi belirtilerle ortaya çıkar.

2- Hiperaktif/Dürtüsel DEHB: Aşırı hareketlilik, sabırsızlık, acelecilik gibi belirtilerle ortaya çıkar.

3- Karma DEHB: Her iki belirti grubunun da aynı anda görüldüğü DEHB tipidir.

 

DEHB Belirtileri

 

DEHB belirtileri genellikle üç grupta toplanır:

 

  1. Dikkatsizlik: Görevlerde ayrıntılara dikkat edememe, dikkati sürdürmede zorluk, sürekli unutkanlık.
  2. Hiperaktivite: Aşırı hareketlilik, çabuk sıkılma, uzun süre oturamama, sürekli konuşma isteği.
  3. Dürtüsellik: Sıra bekleyememe, aceleci kararlar verme, başkalarının sözünü kesme vs. şekilde karşımıza çıkabilir.

 

Bu belirtiler, bireyin okulda, işte ve sosyal ortamlarda zorluk yaşamasına neden olabilir. Özellikle dikkat eksikliği, iş yaşamında ve bireyin sosyal hayatında görevlerin zamanında tamamlanamamasına, aksatılmasına, unutulmasına ve sosyal ilişkilerde anlaşmazlıklara yol açabilir. DEHB yetişkinlerde depresyon, anksiyete gibi farklı psikolojik problemlerle de sıklıkla birlikte görülür

Kurumumuzda DEHB Değerlendirmesi ve Desteği

 

Libratum Danışmanlık’ta MOXO Dikkat Testi ile DEHB şikayetiyle başvuran bireylere kapsamlı bir değerlendirme sunuyoruz. MOXO Dikkat Testi, dikkat eksikliği, dürtüsellik, hiperaktivite ve zamanlama sorunlarını ölçen objektif bir değerlendirme aracı olarak kullanılmaktadır. Test sonuçlarına dayanarak, bireylerin DEHB belirtilerini daha iyi anlamalarını sağlıyor ve bu doğrultuda bir tedavi programı uyguluyoruz.

DEHB’de Psikoterapi ve Tedavi

 

DEHB tedavisindeki en önemli noktalardan birisi psikoeğitimdir. Bireye DEHB hakkında bilgi verilir ve DEHB’yi tanıması sağlanır. Bilişsel-Davranışçı tekniklerle Psikoterapi ve ilaç tedavisinin bir arada ilerlemesi DEHB için en iyi sonuçları veren tedavi yöntemidir.

İLKOKULA HAZIRLIK NASIL OLMALI?

OKUL OLGUNLUĞU NEDİR?

Çocuğun okula hazır oluşu ilerideki başarısını etkileyecektir. Çocuk okula başladığı zaman aileden ayrışma, hiç bilmediği bir ortam, tanımadığı insanlar ve çocuklar için en zor olanı uyması gereken kurallar olacaktır. Bu durum bir uyum süreci gerektirir. Okul olgunluğuna erişmemiş çocuk için adaptasyon süreci tam bir kabusa dönecektir. Bu sebeple çocuğun sadece yaşını doldurmuş olması veya okuma yazma biliyor olması okula hazır olduğunu göstermez. Okul olgunluğunda çocuğun zihinsel ve fiziksel gelişimi yanı sıra duygusal ve sosyal açıdan da belirli bir düzeye gelmesi gerekir. Yani okuldan da istenilenleri yerine getirebilecek düzeyde olup olmadığına bakmalıyız. Okul olgunluğuna erişmiş bir çocuk ondan beklenilenleri rahatlıkla yerine getirebildiği için okula karşı olumlu tutum ve duygular geliştirecektir. Okul olgunluğuna erişememiş çocuk, okula başladığında çok zorlanacak, beklentileri yerine getiremeyen çocukta okula ve kendisine yönelik olumsuz duygular oluşmaya başlayacak ve öğrenme motivasyonu kırılmış olacak.

ÇOCUKLARIMIZIN OKUL OLGUNLUĞUNA ULAŞMALARINI DESTEKLEMEK İÇİN;

  •  Bol bol resimli hikâye kitapları okuyabiliriz.
  •  İfade edici dili geliştirebilmek için, çocuğun iletişime geçebileceği kendi duygu ve düşüncelerini ifade edebileceği uygun ortamlar hazırlayabiliriz.
  •  Çeşitli konularda sohbetler edip, kelime hazinesinin ve dil becerisinin gelişmesini sağlayabiliriz.
  •  Hikâye oluşturma ve hikâye tamamlama oyunları oynayabiliriz.
  • Yaşıtları ile sosyalleşebileceği ortamlarda bulunmasını sağlayabiliriz.
  • Sınırlı boyamalar yapabilir, bir konu bütününde resim yapmaya teşvik edebiliriz. Bu sayede düşüncelerini resimlere aktarmasına fayda sağlamış oluruz.
  • Nesneler arasında farklılıkları veya benzerlikleri bulma gibi oyunlar ile dikkatini güçlendirebiliriz.
  • Kişisel ihtiyaçlarını karşılayabilme becerisini arttırmak için çocuğa alan tanıyıp sorumluluklar verilmeli.
  • Okula başlamadan önce sohbetlerimizde çocuğa okulda neler yapılıyor nasıl bir ortama gireceğine yönelik sohbetler edebiliriz. Eğer mümkünse öncesinde okulu ziyaret edebiliriz.
  • Okul alışverişini keyifli hale getirmek de çocuğun okula olan heyecanını arttırmaya yarayabilir.
  • Çocuğun kişiliğine, gelişim ve yeterlilik düzeylerine uygun seçimi yapmak çocuğun ilk ciddi eğitim yaşamına olumlu bir başlangıç yapmasına aynı zamanda sahip olduğu kapasiteyi maksimum düzeyde kullanabilmesi açısından oldukça önemlidir.
  • İlkokula başlamadan önce çocuğun işitme ve göz muayenesini mümkünse yaptırmalıyız.
  • Çocuğunuz anasınıfına gidiyorsa anaokulu ve ilkokul ile olumsuz cümleler ile karşılaştırma yapmaktan kaçınmalıyız. Örneğin; anasınıfında oyuncakların var artık büyüdün oyuncakların olmayacak demek yerine, anaokulunda oyuncakların vardı ama şimdi suluğun olacak, beslenme çantan olacak kendin beslenme saatinde yiyeceklerini hazırlayıp yiyeceksin. Çantan içinde kitapların olacak bütün arkadaşların gibi sende önlük giyeceksin vs.
  • Çocukları diğer çocuklar ile kıyaslamamalıyız.
  • Çocuğun sorduğu sorulara onun anlayabileceği ölçüde doğru cevaplar vermeliyiz.
  • En önemli konulardan birisi anne babaların okul ile ilgili kaygıları ebeveynler kaygılarını çocukların yanında konuşmamalı ve çocuğa kaygılarını yansıtmamaya özen göstermelidir. Bu durum çocukların ilköğretimden korkmalarına ve zor olan bir süreci daha da zorlaştırmalarına neden olacaktır.

ÇOCUKLARIN OKUL OLGUNLUĞUNA ERİŞTİĞİNİ ANLAMAK İÇİN GÖZLEMLEMEMİZ GEREKEN 5 MADDE;

  1. DİL GELİŞİMİ; Çocuğum yeterli kelime hazinesine sahip mi? Zıt kavramları biliyor, bir olayı kendini ifade edecek şekilde ve akıcı bir dil ile anlatabiliyor mu? Çocuğum anlattıklarımı ne kadar anlıyor veya ona söylediğim yönergeleri anlayabiliyor mu? Dil gelişimi okuma yazmaya hazırlık için en önemli beceridir.
  2. ZİHİNSEL GELİŞİM; Çocuğum sayıları sayabiliyor veya harfleri tanıyor okula hazır demek bizim için yeterli değildir. Çocuğun matematik, okuma-yazma becerileri yerine getirebilmesi için duyu organlarını yeteri düzeyde kullanabiliyor olması gerekir. Hem işitsel hem de görsel ayırt edebilme yeteneğinin gelişmiş olması gerekir. Algıladıklarını hafıza da tutabilme, mantıklı düşünebilme, neden-sonuç ilişkisi kurabilme ve yeterli kavram bilgisine sahip olduğundan emin olmalıyız.
  3. SOSYAL VE DUYGUSAL GELİŞİM; İlkokula başlayacak olan çocuğun anne baba ile güvenli bağ kurmuş olması gerekir ki güvenli ayrılığı başarılı bir şekilde yerine getirebilsin. Çocuğun arkadaşları ile sosyal ilişkilerini yerine getiriyor olabilmesi ve özgüveni yerinde olmalıdır. Sorumluluk alabilmeli, kendi başına hareket edebilmeli, kendisini ifade edebilmeli ve sosyal problemlere çözüm bulma yeteneği gelişmiş olmalıdır.
  4. MOTOR GELİŞİMİ; Çocuğun kalemi tutup yazabilecek ince kas gelişimine sahip olması gerekir. Aynı zamanda bedensel koordinasyonu sağlayabiliyor ve bedenini rahatlıkla kullanabiliyor olmalıdır. Çocuğa gösterdiğiniz hareketleri yapabilmelidir.
  5. DİKKAT VE EL-GÖZ KOORDİNASYONU; Çocuğunuz resimli kitapları dikkatle inceleyebiliyor mu, verilen resimleri çizgileri taşırmadan boyama yapabiliyorsa makası dikkatli bir şekilde kullanabiliyorsa çizgileri tamamlamada başarılı ve bir etkinlik veya oyuna yoğunlaşabiliyorsa dikkat ve el-göz koordinasyonu gelişmiş diyebiliriz.

Sosyal Fobi

Sosyal Fobi Nedir?

Sosyal fobi, bireyin sosyal ortamlarda veya performans gerektiren durumlarda yoğun bir kaygı ve korku hissetmesine neden olan bir anksiyete bozukluğudur. Sosyal fobisi olan kişiler, başkalarının kendilerini yargılayacağı, eleştireceği veya küçük düşeceği korkusuyla sosyal ortamlardan kaçınabilirler. Bu durum, bireyin günlük yaşamını, iş performansını ve sosyal ilişkilerini olumsuz etkileyebilir.

Sosyal fobi, çoğu zaman insanlarla konuşma, tanımadıkları kişilerle tanışma, bir topluluk önünde konuşma veya yemek yeme gibi durumlarda kendini gösterir. Kişi bu durumlarla karşılaştığında yoğun bir şekilde terleme, kalp çarpıntısı, titreme, mide bulantısı, kızarma gibi fiziksel belirtiler yaşayabilir.

Sosyal Fobinin Etkileri

Sosyal fobi, bireyin yaşam kalitesini ciddi derecede etkileyebilir. Sosyal fobisi olan kişiler, topluluk içinde konuşmaktan, başkalarının önünde bir şeyler yapmaktan veya yeni insanlarla tanışmaktan kaçınarak kendilerini izole edebilirler. Bu durumun süreklilik hali; yalnızlık, düşük özgüven, depresyon gibi başka psikolojik sorunlara da yol açabilir. Ayrıca, iş veya okul gibi performans gerektiren ortamlarda başarılı olma konusunda sıkıntı yaşanabilir, bu da uzun vadede kariyer ve eğitim hayatını olumsuz etkiler.

Sosyal Fobi İle Başa Çıkma Yöntemleri

Sosyal fobi ile başa çıkmanın ilk adımı, bu sorunun farkına varmak ve kabul etmektir. Sosyal fobisi olan kişiler, kaygılarını ve korkularını tanıyarak, bu duyguların üzerinde çalışmaya başlayabilirler. Sosyal fobi ile başa çıkmak için bazı öneriler şunlardır:

Küçük adımlarla başlamak: Sosyal fobinin üstesinden gelmek için, kişinin kendisini rahat hissettiği küçük sosyal ortamlardan başlayarak, daha büyük ve daha zorlayıcı ortamlara adım adım geçiş yapması faydalı olabilir.

Nefes ve gevşeme teknikleri: Sosyal kaygı anlarında derin nefes almak ve gevşeme teknikleri uygulamak, bedensel belirtileri hafifletebilir ve kişinin daha sakin kalmasına yardımcı olabilir.

Olumsuz düşünceleri yeniden yapılandırmak: Sosyal fobiye neden olan olumsuz düşünceler üzerine çalışmak ve bu düşünceleri daha gerçekçi ve pozitif düşüncelerle değiştirmek, kaygıyı azaltabilir.

Sosyal becerileri geliştirmek: Sosyal becerilerin üzerine çalışmak, kişinin sosyal durumlarda kendine olan güvenini artırabilir. Bu, pratik yaparak ve sosyal ortamlarda daha fazla bulunarak elde edilebilir.

Profesyonel yardım almak: Sosyal fobi ile başa çıkmakta zorluk çeken bireyler için psikoterapi yöntemleri etkili olabilir. BDT, bireyin olumsuz düşünce kalıplarını değiştirmesine ve kaygı ile başa çıkmasına yardımcı olur.

Sosyal fobi, kişinin yaşamını zorlaştırabilir, ancak doğru yöntemlerle ve destekle bu durumun üstesinden gelmek mümkündür. Bireyler, küçük adımlarla başlayarak, kendilerini sosyal ortamlarda daha rahat ve güvende hissetmeyi öğrenebilirler.

Öfke Yönetimi

Öfke Nedir

Öfke; engellenme, yoksun bırakılma, incinme, tehdit edilme, kısıtlanma, haksızlığa uğrama gibi olayların sonrasında ortaya çıkabilen duygudur. İnsanlar kışkırtıldıklarında, yorgun ve savunmasız olduklarında, kendilerini ifade edemediklerinde, anlaşılmamış hissettiklerinde, alaya alındıklarında, hayal kırıklığı yaşadıklarında, tehdit veya saldırı altında olduklarını düşündüklerinde gibi saymakla bitmeyen durumlarla karşılaştıklarında öfkelenebilirler.

Yaşamın içerisinde çok normal ve yaşam sürdürebilirliği için gerekli bir duygu olan öfkenin sınırlı ve kontrol altında tutulabildiği durumlarda işlevsel olabileceğini söyleyebiliriz. Öfke kişinin hayat akışında karşılaşabileceği problemlere yönelik bir uyarıcı rolü üstlenir ve kendini korumaya yardımcı bir duygu olarak kullanılır. Bunun yanında doğru yöne yönlendirilen ve sınırlandırılmış, kontrol altındaki öfke motivasyon kaynağı olarak da kullanılabilir. Kontrol edilemediği durumlarda ise eğitim, mesleki, sosyal aktiviteler gibi birçok açıdan insan hayatını negatif etkileyebilen öfkenin sigara, alkol ve madde kullanımı, yeme bozuklukları, depresyon gibi birtakım negatif sonuçları da ortaya çıkabilir.

Öfke Kontrolü Neden Önemlidir

Öfke kontrolünün olmaması insanın yaşam kalitesini birçok farklı açıdan ve önemli derecede etkiler. Öfkeyi kontrol edemediğinde insanların sadece öfkeli oldukları konuda değil diğer konular ve ilişkilerinde de problemler yaşamaları çok olağandır. Öfke kontrolü konusunda sorun yaşayan kişiler genellikle diğer duygularını ifade etmekte de zorlanırlar ve bu durum o kişilerde stres, gerginlik gibi duyguları da ortaya çıkartabilir. Stresli bir yaşam kalp-damar hastalıkları, mide, bağırsak gibi sindirim sistemi hastalıklarının risklerini de arttırır.

Öfkeyle baş edilemeyen durumlarda yaşanabilecek problem çözme becerilerinin kısıtlanması durumu kişilerin sosyal ilişkilerinden kaçınmalarına da yol açarak kişilerin sosyal olarak izole olmalarına sebebiyet verebilir. Uygun bir şekilde ifade edilemeyen öfkenin saldırganlık, düşmanlık davranışları olarak vücut bularak kişinin aile, çevre, sosyal etkileşimlerine zarar verir.

Öfkenin Kontrolü

Öfkenin kontrol ve denetiminin sağlanması için en temel adım öfkeyi tanımaktır. Öfkenin varlığının kabul edilmesi ve tanınması öfke kontrolüne gidecek yolda kişiye yardımcı olacaktır. Tanınmayan ve kabul edilmeyen öfke saldırganlık ve öfke patlamaları olarak ortaya çıkacaktır. Öfkenin ifadesi her bireyde farklı şekildedir, bazı kişiler öfkeyi bastırırken bazı kişiler öfkeyle yaşamayı alışkanlık haline getirmişler ve yaşamlarının bir parçası olarak kabul etmişlerdir.

Öfke kontrolü üzerindeki birtakım çalışmalar basit davranışlar ve düşüncelerden yola çıkarak hareket etmektedir. Öfkeyi denetleme ve kontrol etme noktasında bazı tavsiye ve örnekler mevcuttur. Bunlardan bazıları;

  • Öfke duygusu yaşadığımız anları, öfkeyi tetikleyen durumları kaydetmek
  • Nefese odaklanarak nabzımızı düşürmeye ve nefesimizi kontrol etmeye çalışmak
  • Öfkeli olduğumuzda kendimize zaman tanımak ve mümkün olduğu taktirde o ortamdan uzaklaşmak ve kontrolü sağlayana kadar geri dönmemek
  • Mizahı hayatın içerisinde katmak ve öfkeyi bu şekilde dışarı atmakKendimize bir saldırı, tehdit olarak gördüğümüz durumları kişiselleştirmemek ve cevap vermekten kaçınmak

olarak sıralanabilir.
Öfke kontrolünü kazanmak için profesyonel yardım almak da kişinin başarıyla kontrol sağlayabilmesi için etkili bir seçenektir. Psikoterapi ekollerinden olan BDT’nin (Bilişsel Davranışçı Terapi) hem ergen hem yetişkinlerle yapılan çalışmalarla öfke kontrolünün sağlanmasında başarılı bir yöntemi olduğu sonucunu görebiliriz.

Doğru Terapisti Nasıl Seçebilirim

Doğru Terapisti Nasıl Seçebilirim

Psikoterapi Nedir?

Psikoterapi, bireydeki olumsuz düşünce, davranış ve duyguların terapist tarafından bilimsel ve psikolojik teknikler ve yaklaşımlar kullanılarak olumlu düşünce, davranış ve duygulara dönüştürülmesi sürecidir. Psikoterapi de, terapist danışanı anlamaya, tanımaya, danışanın ihtiyaçlarını tespit etmeye ve tespit ettiği ihtiyaçlara göre müdahaleler geliştirmeye odaklanmalıdır.Terapi, özel hayatınızı, kendi iç dünyanızı belki de kimse ile paylaşamayıp kendinize bile itiraf etmekte zorlandığınız şeyleri hiç tanımadığınız birine açmaktır. Bu durum başta zor gelse bile, zamanla danışan ve terapist psikoterapi sürecinde iş birliği oluşturmaya başlar. Bu duruma terapötik ittifak denir.

Psikoterapi makalenin amacı terapist seçerken nelere dikkat edebileceğinizi ve kendiniz için doğru terapisti bulup en yüksek faydayı sağlamanız amaçlanarak yazılmıştır.
Yanıldığımız en büyük sorun terapistin bir sihirli değneği olduğunu düşünmemiz. Terapiye başladığımız anda bütün hayatımız ne yazık ki hemen değişmiyor. Terapiyi hemen düzeleceğim, umut dolacağım, zorlu deneyimler yaşarken motive olacağım gibi görmek terapiyi hafife almak olur. Terapiyi kısa yoldan çözüm bulmak değil de, bu terapötik yolculukta ben kimim, nasıl yaşamak istiyorum. Nefes almanın, büyümenin, gelişmenin, büyümenin, yaşamın anlam ve amacını keşif yolu olarak görmelisiniz. Bu yolculukta size eşlik edecek kişi terapistinizdir. Bu sebepledir ki terapiden ne istediğinizi terapistten beklentilerinizi bilip ona göre terapist seçmelisiniz.

Psikoterapi de terapötik ilişki kurabilmek hem danışan için hem de terapist için en önemli kriterdir. Terapist ile aranızdaki ilişki, ilişkinin niteliği, birbirini anlama, güvenme ve iletişim kurma beceresine sahip olma önemli kriterler arasında olmalıdır.
Psikoterapi de bunların yanı sıra terapist seçerken neleri göz önünde bulundurmalıyız gelin birlikte inceleyelim.

Lisans ve Yetkilendirme

Psikoterapi sürecinde ilk olarak terapistiniz geçerli bir lisansa sahip olduğuna emin olmalısınız. Psikologlar, psikiyatristler, lisanslı klinik sosyal çalışanlar gibi profesyoneller lisans gereksinimlerini karşılamalıdırlar. Lisans ve yetkilendirmenin tam olması demek terapistinizin eğitim aldığını ve etik kurallara uyması gerektiğini gösterir. Bu koşulları karşılayan bir terapist seçmelisiniz.

Uzmanlık Alanı

Psikoterapiye neden ihtiyacınız olduğunu düşünüp bu alanda çalışan/uzman kişilerden destek almayı tercih edin. Örneğin; Madde bağımlılığı, sosyal anksiyete, panik bozukluk, depresyon vb. hangi konuda desteğe ihtiyacınız olduğunu ve bu konuda sizi anlayacağını düşündüğünüz bir terapist tercih etmelisiniz.

Tedaviye Yaklaşımı

Psikoterapi de her terapistin kendine özgü tedaviye yaklaşım şekli olabilir. Terapist, danışanın farklı tedavi yöntemlerine ihtiyaç duyduğunu gözlemlediği anda farklı yöntemler deneyebilmeli ve danışana uyum sağlayabilmelidir. Hangi tür terapinin size iyi geleceğini anlamak için terapistinizin yaklaşımını ve felsefesini anlamaya çalışmalı veya sormalısınız.

Güven ve Rahatlık

Psikoterapi süreciniz duygusal, kişisel veya sizin için çok özel olabilir. Bu sebeple terapistinizin, açık iletişim kurabiliyor, empati yeteneği yüksek ve sizi yargılamadan dinleyebiliyor olması güven ve rahatlık açısından oldukça önemlidir. Kendinizi güvende ve rahat hissedebileceğiniz bir terapist seçmelisiniz.

Gizlilik ve Etik İlkeler

Psikoterapistinizin gizliliğe ve etik kurallara nasıl uyacağını terapiye başlamadan kendi hassasiyetinizi göz önünde bulundurarak terapistinize bu konuda nasıl ilerleyeceğini sorabilirsiniz. Bu konuda aklınızda soru işaretleri olursa kendinizi rahat ve güvende hissetmeyeceğinizden beklenen terapötik ilişki kurulamayabilir.

Psikoterapi sürecinin önemli faktörlerinden biri de danışanın terapi sürecinin gerçekten yardımcı olacağına inanmasıdır. Bu sebeple terapistinize güvenebilmeniz için terapistin, ırk, cinsiyet, terapiste sizi kimin yönlendirdiği gibi faktörleri de göz önünde bulundurmalısınız.
Konum ve maliyeti düşünüp bir terapist seçmek size cazip gelebilir. Ama diğer özellikleri yok sayarak sadece bunu göz önünde bulundurursanız hem zaman kaybı hem de maddi kayıp yaşamanız kaçınılmaz olur. Eminim ki biraz araştırma ile maliyet, konum, danışanın kişilik özelleri gibi ihtiyaçlarınıza yönelik kuvvetli bir terapötik bağ kurabileceğiniz bir terapist bulabilirsiniz.

Terapist Bulduktan Sonra Ne olacak ?

Psikoterapi için iyi bir terapist bulup ilk görüşmeyi ayarladıktan sonra biraz endişelenebilirsiniz. Ne anlatacağım, bana neler soracak, anlatacak o kadar çok şey var ki hangisinden başlamalıyım. Seans süresi belli ya anlatacaklarımı yetiştiremezsem vb. endişeleriniz olabilir oldukça normal. Beklentilerinizi ve endişelerinizi düşünmek için kendinize zaman tanımalısınız. Terapiye giderken beklentileriniz çok yüksek olmasın, ön yargılı olmaktan kaçının, yeni fikirlere açık olmaya kendinizi hazırlayabilirsiniz. Önemli noktalardan birisi de şu ki başta söylediğim gibi terapistinizin elinde sihirli bir değnek olmayacak sorunlarınız karşısında size çözüm üretmeyecektir. Sorunlarla nasıl baş edebileceğinizi ve sorunlar karşısında doğru yolu seçmenize yardımcı olacaktır.

Psikoterapi süreciniz için sizde  hizmet almak isterseniz Bize Ulaşın sayfamızdan bize ulaşabilir ve randevu alabilirsiniz.

Depresyon Nedir

Depresyon Nedir ?

Depresyon Nedir, Günlük dilde depresyon sözcüğünün kullanımı son yıllarda oldukça fazlalaşmış ve olumsuz duyguları ifade ederken kullanılmaya başlamıştır. Genel olarak ruh halindeki olumsuz değişimleri karşılayan bu kullanım, kişinin içsel süreçleri dışında çevreden kaynaklı olan mutsuzluk ve memnuniyetsizlik duygularını da içermektedir. Çağımızın getirdiği uzun çalışma saatleri, hobilere vakit ayıramama durumu, bireylerin sabah uyanırken kendilerini tükenmiş hissetmelerine, yorgunluğa ve motivasyon eksikliğine sebep olmaktadır

Depresyon Nedir, Her olumsuz duygu depresyona yol açmamaktadır.

Yoğun mutsuzluk ve normalde keyif alınan şeylerden keyif alamama depresyonun en güçlü belirtilerindendir. Yoğun mutsuzluk durumu her insanın bazı olumsuz yaşantılar sonucu yaşadığı bir durumdur. Ancak bu süreç, belirli kriterleri ve süreyi karşılamadığı için depresyon tanısı için yeterli değildir.

Depresyon Nedir, Depresyondaki bireylerde sürekli bir hüzün içerisinde olma, yoğun bir şekilde vicdan azabı hissetme, yaşantılara karşı olumsuz tutumlar, çarpıtılmış düşünceler ve yoğun suçluluk duyguları belirginleşmiştir.

Değersiz hissetme

cinsel istekte azalma, iştahta azalma, kilo kaybı, uyku düzenindeki sorunlar, yoğun endişe, suçluluk duyguları, normalde zorlanılmadan yapılan aktiviteleri gerçekleştirmede ilgisizlik ve zorlanma, depresyondaki bireylerde görülen durumlardır. Depresyondaki birey karşılıklı diyalogları yürütmede oldukça zorlanır, dikkatini toplamada çok güçlük çeker, okuma yapmada, okuduğunu hatırlamada ya da gerçekleştirdiği bir diyaloğu hatırlamada güçlük yaşar. Genellikle uzun duraksamalar yaşayacağı, konudan kopuk hissedeceği karşılıklı konuşmalara girmektense sessizce oturmayı tercih eder, genellikle geleceğe dair umutsuz bir tutum içerisindedirler.

Depresyonda Fiziksel Değişimler

Duygusal ve davranışsal değişimlerin yanı sıra depresyonda fiziksel belirtiler de önem taşır. Depresyondaki birey kendini devamlı bitkin ve tükenmiş, enerjisi düşük hisseder. Bazı fiziksel ağrı ve acılar bu belirtilere eşlik edebilir. Depresyon tanısı almış birey, güne başlayacak enerjiyi bulmada zorlanır, uyanmakta güçlük çeker. Aynı zamanda sosyal geri çekilme yaygındır, kişi kendini konuşmak zorunda hissetmeyeceği şekilde yalnız ve sessizce oturmak ister.

İletişim İçin Tıklayınız